Teknolojinin Huzursuzluğu: Teknolojik Gelişmeler İnsanlığı Nasıl Etkiledi?
Bu yazının ilham kaynağı -başlıktan da anlaşılabileceği üzere- Sigmund Freud’un 1930 yılında yayınlanan Uygarlığın Huzursuzluğu (Civilization and Its Discontents) kitabı oldu. Freud, bu çalışmasında medeniyetle beraber oluşturduğumuz “sosyal anlaşmaların” insan doğasıyla çatışmasını ele almıştır. Günümüzde sosyal dinamikler teknolojinin de etkisiyle değişmekte ve dolayısıyla medeniyetle gelen iç çatışma derinleşmektedir.
Uygarlığın Huzursuzluğu
Freud, “Uygarlığın Huzursuzluğu” kitabının bir bölümünde, medeniyet ve uygarlıkların insanın doğasıyla olan çatışmasını ele alıyor. Freud’a göre, uygarlık insanın içgüdülerini dizginleyerek toplumsal düzeni sağlar fakat bu durum insanın arzu ve içgüdüleriyle toplumsal normların çelişmesine yol açtığı için insanların sürekli bir huzursuzluk içerisinde hissetmesine sebep olur.
Bu süreç, toplumun sağladığı kabul ve sevgiyi elde etmek için bir bedel olarak görülebilir. Suçluluk duygusu ve içsel saldırganlık eğiliminin bastırılması, kişi ve toplum arasında uyum oluşmasının gerekliliğidir.
“Bireyin saldırganlık arzusunu zararsız kılacak şey nedir? Tahmin edemeyeceğimiz, halbuki son derece açık olan, garip bir şeydir bu. Saldırganlık içe atılır, içselleştirilir, ama aslında gelmiş olduğu yere geri gönderilmekte, yani bireyin kendi benine yöneltilmektedir. Üstben (süper-ego) olarak benin geri kalan bölümlerinin karşısında duran ve “vicdan” biçimini alarak, benin aslında başkalarında, yabancı bireylerde tatmin etmekten hoşlanacağı aynı katı saldırganlık eğilimini bene karşı gösteren bir ben bölümü tarafından devralınır. Katı üstben ile hâkimiyeti altındaki ben arasındaki gerilime suçluluk duygusu deriz; bu, kendini cezalandırılma gereksinimi şeklinde dışa vurur. Yani uygarlık, bireyin tehlikeli saldırganlık arzusunun üstesinden, bireyi zayıf düşürerek, silahsızlandırarak ve bireyin, tıpkı ele geçirilmiş bir şehirdeki işgal kuvvetleri gibi, bir iç merci tarafından gözetlenmesini sağlayarak gelir.”
– Uygarlığın Huzursuzluğu, sf.46
Teknolojinin Gelişim Hızı
İnsanlığın tarımla tanışmasıyla gerçekleşen tarım devrimiyle beraber avcı/toplayıcılık toplumlarından yerleşik topluma geçiş başladı. Arkeolojik verilere göre, bu devrimin gerçekleşmesi tahmini olarak 7-10 bin yıl öncesine dayanıyor. Tarım devrimiyle, avcı/toplayıcılık gibi tamamen doğal kaynakların tüketimine dayanan ve nüfus-tüketim dengesi bozulduğunda göçebe bir şekilde hayatını sürdüren topluluklar yerini yerleşik hayata, özel mülkiyete ve üretime bıraktı.
Yerleşik hayata geçilmesi ve toplumlaşma süreci beraberinde siyasi erk, kolektif üretim ve kültürel gelişimi getirdi. Bu gelişimin -bilinen- ilk örneği 5500 yıl önceki Sümer kentleridir [1]. İnsanlık tarihinin 2.5 milyon yıl önce başladığı tahmin ediliyor. Bu durumda insanların basit tarım topluluklarına geçişi milyonlarca yıl sürmüş, basit tarım topluluklarından gelişmiş tarım topluluklarına geçiş ise 1500-4500 yıl sürmüş.
Yerleşik hayata geçişin dünya geneline yayılması sonrasında ortaya daha net bir uygarlık kavramı çıktı. İnsanlar artık avcılık/toplayıcılık yerine ihtiyaçlarına göre üretim yapmaya başladılar. Bu dönemde kullanılan ilkel tarımsal yöntemler iklimsel durumlara tam olarak uyumlu olmadığı için bolluk ve kıtlık dönemlerine sebep oluyordu. Bu durum insanlığa, ticaret yapmayı ve bolluk döneminde üretilen ürünleri kıtlık dönemi için stoklamayı öğretti.
İnsanlığın, iklimsel değişimleri ve doğa olaylarını anlamlandırma çabası mitoloji, felsefe, siyaset, hukuk, sanat, matematik, geometri, astronomi gibi alanların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bu zincirlemenin başlangıç ve sonuna bakıldığında tohum kullanımının öğrenilmesi, Pisagor teoreminin bulunmasını sağlamıştı.
Daha yakın tarihe dönecek olursak, su ve buhar gücünün endüstriyel üretimde kullanılabilmesinin keşfinden sonra gerçekleşen I. Sanayi Devrimi (1760-1840) ile küreselleşme hızı büyük bir ivme kazandı. Temel hammaddelerin su ve buhar gücüyle daha kolay bir şekilde işlenebildiğinin keşfedilmesi demir yolu üretimini hızlandırmıştı. Buna ek olarak buharlı makine kullanan lokomotif ve gemi üretimi başlamıştı.
II. Sanayi Devrimi veya Teknolojik Devrim dönemine (1870-1914) geçildiğinde artık insanlık takım tezgahları, telgraf, telefon, elektrik, seri üretim bantları gibi kavramlarla tanışmıştı. Demir, çelik gibi hammaddeler kullanılarak belirli bir standardizasyona sahip seri üretim başlamıştı. Bu da artık daha az insan gücüyle daha fazla üretim yapılabileceğini gösteriyordu. Basit tarım topluluklarından gelişmiş tarım topluluklarına geçiş 1500-4500 yıl sürmüşken, 1760 yılına kadar oluşan know-how’la yaklaşık 150 yıl gibi bir sürede insanlar gemiyle okyanusları aşmaya, fabrikalar kurmaya, otomobil üretmeye, elektrik santralleri inşa etmeye başlamıştı.
Günümüze dönecek olursak, son 10 yılda sanal/arttırılmış gerçeklik, bulut teknolojileri, otomasyon sistemleri, yapay zeka, blockchain gibi teknolojileri konuşuyoruz. Kendi alanım için konuşacak olursam, teknolojilerin insanlara yayılması 90’lı yıllarda on yıllar sürerken, şu an günler, hatta saatler içinde milyonlarca kullanıcıya ulaşmak mümkün. Örneğin, OWID’nin yaptığı yıllara göre internet kullanıcı sayısı araştırmasına bakabiliriz:
Bu grafikteki verilere bakarak, 1990 yılında 2.62 milyon internet kullanıcısı olduğunu gözlemleyebiliriz. 2020 yılına baktığımızda ise, internet kullanıcısı sayısının 4.70 milyar olduğunu görüyoruz. İnternet kullanıcısı sayısının 1 milyara ulaşması 2005, 2 milyara ulaşması 2010 yılında gerçekleşmiş. Günümüzde kullanılan hâliyle ilk kullanımı 1989 olan internetin, 1 milyar kullanıcıya ulaşması başlangıçta 26 yıl almışken, bu süre 5 yıla kadar düşmüş [2].
Bir diğer araştırmaya göre, 1999 yılında kurulan Netflix’in 1 milyon kullanıcıya ulaşması 3.5 yıl, 2006’da kurulan Twitter’ın 2 yıl, 2004’te kurulan Facebook’un 10 ay, 2008’de kurulan Spotify’ın 8 ay, 2010’da kurulan Instagram’ın 10 ay sürdüğünü görüyoruz. 2020’li yıllara geldiğimizde ise süreler artık yıl-ay bazından çıkıp, gün-saat bazına geçtiğini görüyoruz. ChatGPT’nin 1 milyon kullanıcıya ulaşması sadece 5 gün, Threads’in 1 milyon kullanıcıya ulaşması ise 1 saat sürmüş [3].
Sonuç olarak, son 50 yılda yaşanan teknolojik gelişim, insanlığın daha önce hiç görülmemiş bir hızda dönüşmesine neden olmuştur. Bilgisayar/dijital teknolojilerin yükselişi, iletişim kanallarının yaygınlaşması, ulaşımın kolaylaşması ve küreselleşme gibi faktörler, bu dönemin diğer çağlardan ayrılmasını sağlamıştır.
Teknolojinin Huzursuzluğu: Huzursuzlukların Kaynağı
Başarı Anksiyetesi
Başarı kavramı, bireyden bireye değişen, kişisel değerler, hedefler ve yaşam koşullarıyla şekillenen bir kavramdır. Her bireyin başarı olarak tanımladığı şey farklı olabilir ve bu tamamen subjektif bir algıya dayanır. Bunun yanında kişinin hayat şartları ve deneyimleri de bu konuda belirleyici olabilir.
Bir diğer mesele: fırsat eşitsizliği. Varlıklı bir ailede ve büyükşehirde doğmuş bir çocuk ile hayatını asgari şartlarda sürdüren bir ailede, köyde doğmuş bir çocuğu ele alalım. Basitçe, varlıklı ailede okuyan çocuk, küçük yaşlardan itibaren özel dersler ve kurslar alabiliyor, daha fazla kaynağa erişebiliyor, erken yaşta kültürel ve sanatsal eğitimler alabiliyor, ilkokul, lise ve üniversite dönemlerinde özel okula gidebilme opsiyonu mevcut. Diğer tarafta ise okula erişebilmek için bile belki kilometrelerce yol kat etmesi gereken, eğitim olanaklarına erişimi kısıtlı, belki çok kalabalık sınıflarda eğitim gören, yüksek olasılıkla anne-babanın da eğitim seviyesinin yüksek olmadığı, ilkokul-lise döneminde köyde angarya işlerle uğraşan, üniversite kazandığında ise geçimini sağlayabilmek için çalışmak zorunda olan iki çocuk.
Sonuç olarak, bu iki çocuk günün sonunda aynı üniversitede eğitim görebilir fakat ikisinin başarısının aynı olduğunu düşünmek açıkçası bana adaletli gelmiyor. Amacım, varlıklı bir ailede büyüyen birinin üniversite okumasını küçümsemek değil, hedefler gibi başarıların büyüklüğünün de subjektif olduğunu göstermek.
Günümüz dünyasında insanlar, başarıyı genellikle sonuç odaklı olarak yorumluyor. Benim düşüncem ise, başarının sonuçtan ziyade yolda karşılaşılan zorluklara verdiğiniz tepkilerin ve öğrendiklerinizin hayatınızda yarattığı farklardır. Bu yüzden, başka insanların başarılarıyla ulaşmaya çalıştığınız noktayı karşılaştırmak doğru değildir; çünkü varmak istediğiniz nokta veya yürüdüğünüz yol aynı yol olmayabilir.
Kişisel Gelişim ve Kendini Pazarlama
Kişisel gelişim, konsept olarak bana altı boş gelen bir “sektör”. Sektör dememin sebebi, kişisel gelişim kitapları, kişisel gelişim etkinlikleri, kişisel gelişim eğitimleri gibi kâr amacı güden ve müşteri arayan bir alan hâline gelmesi. Bunun temel nedeni aslında farklı bir başlık altında inceleyeceğimiz odak kaybı ve yüzeysellik konuları. Yani, kişisel gelişim alanının ortaya çıkması da teknolojinin getirdiği huzursuzluğun bir sonucu. Kişisel gelişime rağbetin sebebinin, insanların bir kitap okuyarak, bir video izleyerek hayatlarını değiştirecek sihirli bir değnek beklemesi ya da bunları yaparak “Bugün faydalı bir iş yaptım.” demek istemesi olduğunu düşünüyorum.
Sosyal medya tarafında durum daha vahim, sabah 5’te uyanıp, soğuk duşunuzu alıp, hazırlaması 50 dakika süren kahvenizi içip, sporunuzu yapıp, protein ağırlıklı beslenip, yapay zeka araçları kullanarak öğlene kadar start-up kurup, akşam yemeğinize kadar 10 milyon $ değerleme üzerinden, 1 milyon $ yatırım almazsanız boşuna oksijen tüketmeyin. “İstersen her şeyi başarabilirsin!”, “Zinciri kırma!”, “Sadece kendine güven!”, “Matrix’ten çık!”.
Özellikle beyaz yakalıların günlük hayatında sıkça duyduğu bir diğer tamlama: kendini pazarlama. Günümüz dünyasında herkes bir piyasa değerine (market cap) sahip. Yaptığınız işleri parlatmanız, herkese duyurmanız, ortalama 10-15 dakika sürecek bir iş yapıp LinkedIn’de üç paragraf başarı hikâyesi döşemeniz gerekiyor. İnsan kaynakları, kötü özelliğimizi sorduğunda “Mükemmeliyetçi bir insanım.”, “Çok işkoliğim sürekli çalışırım.” gibi çok özgün cevaplar vermeliyiz; hepimiz kusursuz insanlarız sonuçta.
Özel sektör/çalışan ilişkisi mutualist bir ilişkidir. Çalışan, bu kolektif yapı içerisindeki sorumluluğunu yerine getirerek şirkete kâr sağlar; şirket de sağlanan kârın belirli bir miktarını çalışanlara dağıtır ve güvence sağlar. Burada ürün çalışan değil, çalışanın ürettiği değerdir. Dolayısıyla, çalışanın kendini pazarlaması aslında şirkete herhangi bir fayda sağlamayacaktır. Bu tarz yapılarda, genellikle sorun yöneticilerin yapılan işlere vâkıf olmamasından/vakit ayıramamasından kaynaklanır. Bunun sonucunda da hak edilmeyen ünvanlar, adaletsiz maaşlar, tek kişinin çabasıyla devam eden projeler ve karikatür (üretilmek istenen işin yaptım demek için yapılmış, alelade versiyonu) işler ortaya çıkar. Mülakatlarda kötü özelliği “mükemmeliyetçi olmak” olan insanlar bu karikatür işlerin müsebbibiyse, belki de “kendini pazarlamak” o kadar da iyi bir şey değildir.
Dolayısıyla, sosyal mecralarda gördüğünüz, başarı anksiyetinizi de tetikleyen bu kişiler aslında sandığınız kadar başarılı, zeki, güçlü, zengin… olmayabilir; belki de sadece kendini pazarlıyordur. Gâvurların, “Fake it, till you make it.” diye bir aforizması vardır. Gördüğüm kadarıyla artık sadece “fake it” var, “make it” gibi bir çaba mevcut değil.
Odak Kaybı ve Yüzeysellik
Instagram reels kısmında video izlerken karşıma çarpıcı bir reklam çıktı. Bir verimlilik uygulaması tanıtımında “Bundan önceki beş reels’ı hatırlayabiliyor musunuz?” minvalinde bir mesaj vardı. Önceki beş reels’ı hatırlamaya çalıştığımda gerçekten sadece son üçünü hatırlayabildiğimi fark ettim. Ortalama 12 saniyelik reelslar olduğunu varsayarsak, 60 saniye önce izlediğim şeyi hatırlayamıyordum.
Buna benzer şekilde, bazı içerik üreticilerinin videolarını ikiye bölerek bir kısmına gerçek içeriği, diğer kısma dikkat çekici bir video koyduğunu veya arka planda “rahatlatıcı” videoların olup ön kısımda yazıların aktığı içerikler ürettiğini görmüşsünüzdür. Bunun temel sebebi, izleyicinin odaklanmasını sağlamak. Youtube Shorts, Instagram Reels veya TikTok’ta bu tarz içerikleri görebilirsiniz. Yani 10-15 saniyelik bir videoyu odaklanarak izlemek için bile odaklanmamız için ekstra içeriğe ihtiyaç duyuluyor.
Microsoft’un yaptığı bir araştırmaya göre [4], 2000 yılında 12 saniye olan dikkat süremiz, 2015 yılında ~%33 azalarak 8 saniyeye düşmüş. 2015 yılındaki internet kullanımıyla, şu anki gelişmiş sosyal medya algoritmalarını karşılaştırınca şu anda dikkat süresinin ciddi şekilde azaldığını tahmin edebiliriz. Yazıda ek bir bilgi olarak: “akvaryum balıklarının odak süresinin 9 saniye olduğu” belirtilmiş.
Bir konuda derinleşebilme yeteneğimizi dikkatimize borçluyuz. Dolayısıyla, dikkat süremizin azalması beraberinde derinleşmenin de azalmasını getiriyor. “Bir konuda uzmanlaşmak istiyorsanız, o konuyla 10.000 saat ilgilenmelisiniz.” ana fikrini içeren on bin saat kuralını duymuşsunuzdur. Bugün, bir şey hakkında 10.000 saat harcayabilecek kadar odaklı, sürdülebilir ve sürekli bir çalışma yapmak geçmişe göre kesinlikle daha zor. Bu yüzden ortaya kolay tüketilebilir: “Bir videoda Python öğren”, “10 dakikada felsefe tarihi”, “Tek kitapta ekonomi” gibi içerikler ortaya çıkıyor.
Bu tarz içerikler, yazının kişisel gelişim kısmında bahsettiğimle benzer şekilde tüketicide “faydalı bir iş yapma” algısı oluşturmaya yaradığı için bolca rağbet görüyor. Çok da kötümser yaklaşmazsak; bir temel oluşturmak, konudan keyif alıp/almadığınızı test etmek, kendinize bir yol haritası çizmek açısından bu içerikler gerçekten faydalı olabilir. Diğer tarafta ise, bir information vs. knowledge problemi mevcut. Information bir konu hakkında topladığınız bilgiler anlamında kullanılıyorken, knowledge öğrendiğiniz şey ile önceki bilgi/tecrübeleriniz veya o konu hakkında sonradan öğreneceğiniz şeyler arasında bağlantı kurarak bu bilgiyi aktif olarak kullanabilmeniz anlamına geliyor. Yani, knowledge’a çevrilemeyen informationlar verimsizdir (belki ortamlarda satılacak bilgiler kategorisinde değerlendirilebilir.).
Yani, “Tek kitapta ekonomi” kitabının sizin için gerçekten faydalı olması için: kitabı okurken önemli bulduğunuz noktaların altını çizmeniz/not almanız, altını çizdiğiniz/not aldığınız noktaları periyodik olarak tekrar etmeniz, kitaptaki keywordler üzerinden çapraz okumalar yapmanız ve kitapta öğrendiğiniz bilgileri ölçümleyebileceğiniz pratikler yapmanız gerekiyor. Bunu da örneklendirmek gerekirse, kitapta “Keynesyen Ekonomi” başlıklı bir bölüm olduğunu kabul edelim. Bu kitap bir özet niteliği taşıdığı için, kitapla beraber başka kaynaklardan da Keynesyen Ekonomi kavramını araştırmanız gerekir. Bu alanda derinleşmek istiyorsanız da Keynes’in yazdığı kitapları okumanız, Keynesyen Ekonomi eleştirileri ve klasik ekonomi hakkında içerikler tüketmeniz gerekir. Bu içerikleri tüketirken de orada karşılaştığınız başka kavramları da göreceksiniz ve çemberi iyice genişletmiş olacaksınız.
Bu örnekte, kitabın önemli kısımlarını tekrarladık ve aynı konuyu farklı kaynaklardan da taramış olduk. Sonrasında bu konunun en temeline girip, ayrıntılı bir okuma yaparak konuyu derinleştirdik. Bu tüketimler uzun bir süre zarfında olduğundan zihin bu konu üzerinde düşünmüş, kendi fikirleriyle karşılaştırmış ve defalarca tekrar etmiş oldu. Böylece, bilgiyi kalıcı hâle getirmiş oluyoruz. Tüm bu içerikleri tüketirken, konu dallanıp budaklandığı için faiz, enflasyon, gayrisafi milli hasıla, istihdam vs. gibi konuları da öğrenip Keynesyen ekonomi ve klasik ekonomideki kullanımlarını da görmüş olduk.
Kitabı eğer hiçbir şey yapmadan, tamamen entelektüel imaj sağlama veya fayda kaygısı için okumuş olsaydınız öğrendiğiniz şeylerin büyük bir kısmı çok kısa bir zaman sonra unutulacaktı. Buradaki önemli nokta, kitabın içeriğinin kaliteli olması ve bu öğrenme biçimini olabildiğince aktif ve derin bir duruma getirebilmek: Yani, information’ı, knowledge’a çevirmek.
Bu derinliği sağlayamayıp, tükettiğiniz içeriğin ışıltısına kapıldığınızda bir kursla yazılımcı, bir kitapla ekonomist olduğunuz yanılgısına düşebilirsiniz. Az şey bilerek çok şey bildiğini düşünmek yanılgısı, hiçbir şey bilmemekten daha tehlikelidir. (bkz: Dunning-Kruger Etkisi [5])
Yankı Odaları (Echo Chamber)
Sosyal medya algoritmalarının gelişimindeki temel hedef kullanıcıları daha fazla uygulamada tutmaktır. Sosyal medyada daha fazla vakit geçirmemiz, bu şirketlerin bizim hakkımızda daha fazla veriye sahip olması anlamına geliyor. Bu sayede ilgi alanlarımız, siyasi görüşlerimiz, sevdiğimiz kişiler, yakın arkadaşlarımız, beğendiğimiz içerik tarzları, mizah anlayışımız, yaşımız, medeni durumumuz vb. birçok konu üzerinden bizi profilleyerek bize uygun içerik ve reklamları önümüze çıkarabiliyorlar. Bunun sonucunda, sizin gördüğünüz ve takip ettiğiniz kişiler sizinle aynı görüşü paylaşan, aynı şeyleri tüketen, aynı ilgi alanlarına sahip kişiler oluyor.
İnsanlar, kendi inançlarını ve görüşlerini sürekli olarak yineleyen bir ortamda bulunma eğilimindedir. Bu durum, -kaçınılmaz olarak- çeşitlilikten yoksun bir bilgi ortamı yaratır ve bireylerin dar bir bakış açısına sahip olmalarına neden olur. Bu durum “Yankı Odası (Echo Chamber” Etkisi olarak bilinir.
Misal, siz x partisini savunan birisiniz ve bununla ilgili birkaç içeriği beğendiniz veya bu partinin mensubu birkaç kişiyi takip ettiniz. Bu durumda sosyal medya algoritmaları sizi “x parti seçmeni” olarak işaretliyor ve karşınıza x partisini destekleyen kişileri çıkarıyor. Aynı şekilde bu içeriği üreten kişiler de kendilerine benzer düşüncelere sahip kişilerle karşılaştığı için onlarla etkileşime geçiyor. Siz de buradaki etkileşimi görüp diğer kişiyi de takip ederseniz ya da daha fazla bu tarz içerik beğenmeye devam ederseniz, gittikçe daha fazla bu içerikle karşılaşmaya başlıyorsunuz.
Bunun sonucunda, sizin düşünceleriniz başkası tarafından doğrulandığı için bir tatmin hissediyorsunuz fakat düşünceleriniz gittikçe daha fazla kalıplaşıyor ve karşıt görüşlerle kutuplaşmaya başlıyorsunuz; çünkü sosyal medya algoritmaları sadece sizin gibi düşünen insanları size gösteriyor. Diğer bir indikatör de bu hesapların, y partisini savunanları karikatürize ederek, savunmadığı şeyleri savunuyormuş gibi göstererek, çeşitli açıklamaları cımbızlayarak ve birçok toplum mühendisliği yöntemi kullanarak düşmanlık da oluşturması. Hatta siyasetin sosyal medya ayağı, bir endüstri hâline geldi ve bu alanda hizmet veren şirketler mevcut. Kısaca, Goebbelslik ölmedi, şekil değiştirdi.
Psikolojide, bu durum “doğrulama yanlılığı” olarak adlandırılır; yani insanlar, kendi inançlarını doğrulayan kanıtları arama eğilimindedirler ve karşıt kanıtları görmezden gelirler.
Tüketim Çılgınlığı ve Reklamlar
Forbes’un bir yazısında, “Amerikalıların çoğunun her gün yaklaşık 4.000 ila 10.000 reklama maruz kaldığını tahmin ediliyor.” [6] şeklinde bir ibare gördüm. Bu kadar reklama maruz kalınması, -doğal olarak- insanların daha fazla satın alma arzusuyla karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Bir de buna bir üst başlıkta bahsettiğim direkt olarak kişiyi hedef alan kişiselleştirilmiş reklamlar eklenince tüketim kaçınılmaz hâle geliyor.
Bazı insanlar, mutsuzluklarını veya streslerini gidermek için duygusal boşluklarını alışverişle doldurmaya çalışabilirler. Alışveriş yapmak, insanlara anlık tatmin ve mutluluk hissi sağlayabilir. Yeni bir ürün satın almak veya hediye almak, beyindeki ödül merkezlerini aktive ederek kısa süreli bir haz duygusu yaratır. Çalışan insanlar için de ürettiğinin karşılığını somut olarak görmek tatmin hissiyatı oluşturabilir. Mutsuzluk/stres durumunda alışveriş yapmak, bir alışkanlık hâline gelirse uzun vadede buna karşı tolerans geliştirmeye başlanır ve farkındalıkla beraber kişide pişmanlık hissiyatı oluşturabilir.
Bu yüzden airfryer, robot süpürge, kahve makinesi, dikey süpürge ve hava temizleyicinizi üçer yıl arayla alın.
Kendinden Kaçış
Günlük problemler, sorumluluklar ve sorunlar insanlarda bazen kaçma isteği oluşturabilir. İnsan bazen şehir değiştirmek, ortam değiştirmek veya farklı deneyimler yaşayarak bu sorunlardan uzaklaşma isteği duyabiliyor. Artık bunlara da gerek yok, oturduğunuz yerde dertlerinizden kaçabilirsiniz! Koltuğumuza uzanıp televizyondan istediğimiz diziyi filmi açıyoruz, sonrasında da Youtube’dan bir konsept video izleriz, gün yine mi bitmedi? Biraz da Tiktok’ta garip yaşam formları hakkında belgeseller izler ve günü sonlandırırız.
İnsan bazen günlük problemlerinden ve rutinleşmiş hayatından sıkılarak farklı yerlerde olmak, farklı şeyler yapmak istiyor. Bu yüzden, tatil yapmak insanı rahatlatıyor ve verimliliğini arttırabiliyor. Fakat bu kaçışlar gündelik hayatın bir parçası hâline geldiğinde, kişisel sorunlarımızı veya sorumluluklarımızı kolaylıkla erteleyebiliyor ve bunlarla yüzleşmeyi reddedebiliyoruz. Bu da uzun vadede problemlerin birikmesine, stresin artmasına ve zaman problemi yaşamamıza sebep oluyor.
Günceli Kaçırma Korkusu (FOMO)
Yeni akımlar, yeni ürünler, haberler, magazin, spor müsabakaları, teknolojik gelişmeler, gündem…
Teknolojiye ne kadar bağlı kalırsak kalalım, bunların hepsini takip etmek gittikçe daha zor bir hâle geliyor ve mutlaka kaçırdığımız şeyler oluyor. Teknolojiden uzak kaldığımız durumlarda ise bu gündem giderek yoğunlaşıyor.
Günceli kaçırma korkusu (fear of missing out – FOMO) insanın gündelik hayatta yaşanan haberleri, gelişmeleri, bilgileri bilmediği veya kaçırdığı endişesidir. Genellikle nomofobi (telefon bağımlılığı) ile ilintili olan bu fobi türü bir kişinin sosyal etkileşim fırsatını, yeni bir deneyimi, unutulmaz bir olayı veya kârlı bir yatırımı kaçırabileceği endişesidir.
Günceli kaçırma korkusu, psikolojik ihtiyaçlardaki eksiklikle ilişkilendirilmiştir. Üniversite kampüslerinde yapılan bir araştırma, belirli bir günde FOMO yaşamanın o gün daha fazla yorgunluğa yol açtığını ortaya çıkardı. FOMO’yu dönem boyunca sürekli olarak yaşamak, öğrenciler arasında daha yüksek stres düzeylerine de yol açabilmektedir. Daha yüksek düzeyde FOMO yaşayan kişiler, yüksek sosyal statüye yönelik daha güçlü bir arzuya sahip olma eğilimindedir, aynı cinsiyetten diğer kişilerle daha rekabetçidir ve kısa vadeli ilişkilerle daha fazla ilgilenmektedir. [7]
Seçeneklerin Fazlalığı
Bizden birkaç nesil önce yaşayan atalarımız bizim kadar seçeneğe sahip değildi. Bir kariyer hedefleri yoktu; çünkü ne iş yapacakları ve eğitim düzeyleri aileleri tarafından çoktan belirlenmiş oluyordu. Aile tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorsa, çocukları da tarım ve hayvancılıkla ilgileniyordu. Farklı bir iş yapacak olsa bile çok fazla seçim şansı yoktu, bulunduğu coğrafyada hangi işi bulursa o alanda çalışabiliyordu. Bir şirket kurmak, pasif gelir üretmeye çalışmak, bir kitleye sahip olmak, zihin işçisi olmak gibi kavramlar onlar için bir ütopyaydı.
Bugünün dünyasında, bir ürün satın almak istediğimizde binlerce seçenek bulabiliyor, okuduğumuz bölümü sevmezsek başka bir bölüme geçebiliyor, bize binlerce kilometre uzaktaki insanlarla etkileşim kurabiliyoruz. Tabii ki, bu özgürlük güzel bir şey fakat bunun beraberinde getirdiği bir takım problemler var:
Psikolog Barry Schwartz, Bolluk Paradoksu (The Paradox of Choice) kitabında seçeneklerin fazlalığının, karar vermeyi zorlaştırdığını, yüksek beklentilere girmesine sebebiyet verdiğini, bir işe başlamayı zorlaştırdığını anlatıyor ve bu durumun stres, kaygı ve depresyon tehlikesi içerdiğinden bahsediyor.
Barry Schwartz, kitabıyla aynı isimdeki (The Paradox of Choice) başlıklı, TED konuşmasında [8] durumu şöyle açıklamıştır:
“Sadece tek bir model varken kötü oturan bir kot pantolon satın alıp, memnun olmadığınızda ve kim sorumlu diye sorduğunuzda, cevap gayet açıktır. Sorumlu olan dünyadır. Ne yapabilirdiniz ki? Yüzlerce farklı model kot varsa ve sizi memnun etmeyeni seçtiyseniz ve nedenini, kimin sorumlu olduğunu sorarsanız? Aynı şekilde bunun cevabı da açıktır, cevap sizsiniz. Daha iyisini yapabilirdiniz. Vitrindeki yüzlerce farklı kot pantalon varken başarısızlığın bir özrü yoktur. Bu yüzden insanlar karar verdiklerinde, bu kararın sonuçları iyi olsa dahi, bunlarla ilgili kötü hissederler, kendilerini suçlarlar.”
“Her şey daha kötüyken, her şeyin daha iyi olmasının nedeni, her şey kötüyken insanların hoş sürprizler yaratacak deneyimler yaşamalarının mümkün olmasıydı. Bugünlerde -biz bolluk içinde, sanayileşmiş vatandaşların umut edebileceğinin en iyisi- umduğunun en iyisi olmasıdır. Asla hoş bir şekilde şaşkınlığa uğramayacaksın, çünkü beklentileriniz, beklentilerim, tavana vurmuştur. Mutluluğun sırrı, beklentilerinizi düşük tutmaktır.”
Hedonist Yaşam Tarzı
Hedonizm, haz ve zevk arayışını merkeze alan bir yaşam felsefesidir. Ancak, modern teknolojiyle birlikte, insanlar artık anlık tatmin ve doyumsuz zevk arayışında daha da derinleşebilirler. Bununla birlikte, teknolojinin getirdiği sonsuz seçenekler ve sürekli olarak artan tatmin arayışı, insanları aslında daha mutsuz hale getirebilir. Bu, hedonik adaptasyon olarak bilinen bir olguyla ilgili önemli bir konudur.
Teknolojinin sunduğu hızlı iletişim, eğlence ve tüketim imkanları, insanları anlık tatmin arayışına iter. Bu durum, uzun vadeli mutluluk yerine kısa vadeli hazları tercih etmeye yönlendirir.
Tekdüzeleşme
Son zamanlarda dikkatimi çeken bir diğer mesele: tekdüzeleşme.
McQueen & Sally tişörtüyle Cars izlemek, Caddebostan’da arabayla tur atmak, baby shower partisi, platin saç/protez tırnak, Bodrum’a tatile gidip yazlık Migros gezmek…
Artık eğlenmek için, konuşmak için, mutlu bir ilişki için, tatile gitmek için fazlaca düşünmenize gerek yok; çünkü bir yapılacaklar listemiz var. Yukarıdaki listeden herhangi bir görevi seçin ve fotoğraf/video yoluyla bunu insanlara duyurun. Kendinizi tanıyıp yapmaktan hoşlanacağınız/huzurlu hissedeceğiniz şeyleri yapmak, sokakta binlerce klonu olan oyuncak bebek fenotipiniz olmadan da sizi sevebilecek insanlarla olmak, bilmediğiniz bir şehrin dar sokaklarında kaybolmak, “eğlenceli bir hayatım var” imajı oluşturmak için değil de gerçekten eğlenebileceğiniz aktiviteler yapmak gibi marjinal fikirlerle toplumsal huzuru bozmazsanız sevinirim.
Follow the white rabbit…
Sonuç
Sonuç olarak, teknolojinin geldiği noktada daha önceki nesillere oranla çok daha yüksek bir akışa maruz kalıyoruz. Önceki nesillerde, on yıllar süren değişimler artık çok daha hızlı gerçekleşiyor ve bu değişime adapte olmamız bekleniyor. Önümüzde sınırsız seçenek, kaynak ve fırsat var.
5 yaşında bir çocuk, şeker dolu bir odaya bırakılırsa ne olacağını tahmin etmek pek de zor değildir. Bu durum yetişkinlerin tüketiminde de geçerlidir. Hedonist bir yaklaşımla tüketilen içerikler çocuğun şeker tüketimiyle bağdaştırılabilir. Sonrasında oluşan sağlık problemleri de tüketimin karşılığıdır. Yani, kafanızda oluşturduğunuz ideal kişiliğiniz için sorumluluk almak yerine anlık hazlar için zaman harcamak, mutlaka bir “karın ağrısı” yaratacaktır.
Her ne kadar ele ayağa düşse de, Namık Kemâl’den referansla “Yere düşmekle cevher sakıt olmaz” diyor ve meşhur bir Palahniuk alıntısıyla bitirmek istiyorum:
“Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız. Hepimiz heba oluyoruz. Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık. Bizim savaşımız ruhani savaş ve bunalımımız kendi hayatlarımız.”
– Chuck Palahniuk, Fight Club